BİR UZAY YOLCUSUNUN MACERASI – BOŞLUĞA MEKTUP

 baris
 22 Nisan 2013

BİR UZAY YOLCUSUNUN MACERASI – BOŞLUĞA MEKTUP

Son birkaç gündür zaman durmuş gibi, hiç ilerlemiyor. Sabahın köründe uyanıyor, gün bitsin diye oyalanıp duruyorum. Bir an önce Çin’in Jiguan Uzay Merkezi’ndeki roketin gökyüzüne yükselişini görmek ve son birkaç yılımın neredeyse tüm “boş” vaktini ayırdığım, el emeği göz nuru haberleşme transponderimizin yörüngeye gidişini görmek istiyorum.

TÜRKSAT-3USAT Son Yolculuğuna Çıkmadan Önce

Çocukluğumdan beridir gökyüzünün, havacılığın ve uzayın hayatımdaki yeri bir başkadır. Ana uğraş alanım her ne kadar “Elektronik ve Haberleşme” olsa da hep gökyüzüyle ilgili birşeyler yapmak istemişimdir. Yamaç paraşütü ile yükselerek VHF/UHF haberleşmesi yaparak haberleşme rekoru kırmaya çalışmak, dikey kalkış yapan motorlu hava araçları ile görüntü aktarımı yapmaya çalışmak bunlardan sadece birkaç tanesi, ama en heyecan verici olanı bu son çalışmamız oldu doğrusunu isterseniz.

2011 yılı ortalarıydı sanırım, ben o zamanlar evimizin çatısını yönlü antenlerle doldurmuş, kendime bir haberleşme odası kurmuş, haberleşme uyduları üzerinden dünyanın diğer ülkelerindeki amatör telsizcilerle haberleşme çalışmaları yapıyordum. Mübalasız her gece de; “Neden bizim bir amatör haberleşme uydumuz yok? Bu iş ne kadar kompleks olabilir ki ? Diğer ülkeler (Amerika, Rusya, vb.) 1970’lerde göndermişler ilk amatör haberleşme uydularını, Türkiye’de bu uydulardan haberleşenlerin sayısı bir elin parmakları kadar bile değil, biz neden bu konuya ilgi duymuyoruz ki…? Acaba birşeyler yapsak bunu uzaya nasıl gönderebiliriz ki, kaça malolur ki ?” gibi sorularla uykuya dalıyor bol bol uzaylı rüyalar görüyordum. Zaten “adımız çıkmış dokuza, inmez sekize” durumundaydım. Uluslararası Uzay İstasyonu’ndaki astronotlar ile konuşma çalışmalarımı kızım Nil okul arkadaşlarına ve öğretmenlerine “Babam uzaylılarla konuşuyor” şeklinde anlatmış, bu nedenledir sanırım kızımın okuluna gittiğimde öğretmenlerinin bana acıyan bakışları…

Bir gün Tahir Bey (TA2T) beni aradı ve, “Biz TAMSAT adında bir dernek kuracağız, bu AMSAT’ın (Amateur Satellite Organisation) Türkiye’deki karşılığı olacak, aramıza katılmak istermisin ?” dedğinde bu organizasyona ne kadar çok hizmet etmeye hazır olsam da “Dernek ve Dernekçilik” işlerinden ağzım çok yandığı için nazikçe teşekkür ederek geri çevirmeyi planlıyordum ki o reddedilemez teklifi yaptı : “bir de uydu yapacağız, bu çalışmanın içinde de yer alırsan çok memnun oluruz…”. Nasıl yanii… sanırım uyanamamıştım ve akşam uyku öncesi aldığım rüya haplarımdan (yatmadan önce görmek istediğim rüyaları düşünerek uykuya geçişime “rüya hapı” adını koydum, yoksa hiçbir kimyasalın bana rüya gördürüyor olması taraftarı biri değilimdir) birinin dozunu fazla kaçırmışım ve uyandım sanmama rağmen hala uyuyor olmalıydım. Tahir Bey’in şaka yapmadığını anlamak ve buna inanmak birkaç dakikamı aldı, ama baktım ki o kararlı ve galiba olay gerçek ve ben de rüyada değilim, o zaman bu reddedilemez teklife tüm kalbimle “EVET, dedim”. Bazen bu “EVET”imi çokça sogulamış olsam da bu çalışmanın içinde olmaktan hep gurur duydum.

Önceleri böyle bir çalışmanın içinde neler yapabilirim diye kesiteremiyordum ama ilk toplantılarda yapacağım işler yavaş yavaş belirmeye başlamıştı, ben böyle bir çalışma içinde “çay getir-götür” işine bile razıydım ama başlangıç olarak mühendislik dokümantasyonu işleri ile başlamamın uygun olacağına karar verildi. İlk toplantıdan hatırladığım isimler; Tahir Dengiz – TA2T (Ankara), Cemal Ören – TA2AW (Ankara), Barbaros Aşuroğlu – TA2CBA (New York), Tunç Gündoğdu – TA2P (New York), Levent Şaşmazel – WW2L (New Jersey), Mehmet Özcan – NA5B (Florida), Şafak Akça – TA2HF (Ankara), ve belki şimdi hatırlayamadığım birkaç kişi daha. Aslında toplantı çok çok kalabalıktı, internet üzerinden telekonferans olarak da katılımcı çoktu ama bu iki üç yıl sonunda herkes birer birer çalışmadan kopunca diğer isimler hafızamdan birer birer silindiler, kimsecikler ben de vardım ama yazmamışssın diye gönül koymasın lütfen… Görev paylaşımları yapılmış, hedefler koyulmuş ve tarihler belirlenmiştir. Barbaros’un öncülük ettiği bir grup IHU/OBC (Internal Housekeeping Unit/OnBoard Computer) yapımı ile uğraşacak benim de içinde olduğum ekip transponder üretimi ile uğraşacaktı. Uydunun ana sponsoru TURKSAT A.S. idi, İstanbul Teknik Üniversitesi ve TÜRKSAT ortaklaşa bir mühendislik çalışması yürütecekti. Bizler de onlara alternatif kartlar üretmeye çalışacaktık. Ve kronomotreler çalışmaya başladı. Bu konuda bize herzaman güvenen ve çalışmalarımızda desteklerini hiçbir zaman esirgemeyen prof.Dr.A.Rüstem Aslan’I da unutmamak gerekir.

İlk bakışta doküman yazma işi kolay gibime gelmişti ama içine girdikçe zorlanmaya başlamıştım, çokça teknik doküman yazmış biri olmama rağmen “Uzay”a gidecek bir alet için basıl bir doküman yazılması gerekirdi düşünemiyordum bile. Ama bir ucundan başlayıp, temel gereksinimler ve fonksiyonlar, sistem mimarisi, sistem altsistem mimarisi gibi dokümanları hazırlamaya başladık.

İlk sürüm olarak Şafak Abi’nin (TA2HF) hazırladığ, bir parça bakır pertinaks üzerine uzay montaj dizilmiş 8-10 tane elemandan oluşan “Konsept Transponder”ı çalıştırarak ve “Transponder Nedir?”i anlamaya çalışarak başladık. İş bir yandan çok basitmiş gibi görünüyor, bir yandan da derya deniz, ucu bucağı olmayan bir konu gibi görünüyordu. Temel prensip basit gibiydi, bir frekans bandından aldığı sinyalleri bir başka frekans bandına taşıyacak bir haberleşme ünitesi, bir nevi yanyana koyulmuş çok sayıda telsiz tekrarlayıcısı ünitesi. Ama bir telsiz tekrarlayıcısının dolap büyüklüğünde olduğunu düşünecek olursanız, çok sayıda tekrarlayıcıyı sadece 9×9 santimetrelik bir kart üzerine küçücük bir kart üzerine üstelik ağırlık limitlerini de aşmadan yerleştirmeyi düşünecek olursanız bu problemin origami ya da benzeri el işi becerileri ile çözülemeyeceğini farkedebilirsiniz. Biz de farkettik, konsept tasarım içinde pek çok bileşeni barındırmıyor olmasına rağmen bile beklenenden çok büyüktü.

Bu çalışmanın en hoşuma giden yanı Şafak Abi gibi benim için RF Elektroniğinin duayeni olan biri ile birlikte çalışabilmekti, ondan öğreneceğim o kadar çok şey vardı ki. Keza öyle de oldu, bu birkaç yıl benim RF bilgimi katlayarak arttırmama da çok fayda sağladı.

Bu çalışma içerisinde olmasından çok ama çok memnun olacağım, ve eminim ki onunla çalışmaktan çok zevk alacağım bir başka isim Mehmet Kadri Başak (TA1D) idi, çünkü çocukluğum onun VHF/UHF bantlarındaki çalışmaları ve uydu haberleşmesi çalışmaları ile ilgili yazılarını okumakla geçmişti. Amatör Uydu Haberleşmesi konusnda da Türkiye’deki en önemli isimlerden biri olduğunu düşünüyorum. Bildiğim kadarı ile bu çalışma içerisinde yer alması teklifini (bana ve diğer herkese olduğu gibi) Tahir Bey ona da götürmüş ama her ne sebeple ise bu çalışma içinde yer alamamıştı.

Çalışma başlamış ve zaman hızla ilerliyordu, ben dokümantasyon işinden PCB çizimlerine destek olma işine de karışmıştım. Şafak prototipler hazırlıyor, Mehmet abi teknoloji ve ürün araştırıyor, Levent Bey organizasyonu yapmaya çalışıyor, Tahir Bey hrşeye koşturmaya çalışıyordu. Bir yandan da Barbaros ve Tunç, hepimizi dumura uğratan bir hızda, kat tasarımını bitirdiklerini ve üretime geçmek istediklerini duyuruyorlardı. Biz henüz transponder için konsept seviyelerinde uğraşırken onlar IHU/OBC için üretim fazına kadar gelmişlerdi.

PCB çizimine de talip olmamın sebeplerinden biri bu konuda duayen kabul ettiğim bir başka isme, bacanağım İrfan Turan Başbuğ’a (kendisinin yanında elektronik veya bilgisayar konuşarak bilgi seviyemle komik duruma düşmek istemem, bu konularda kendisi idolümdür desem yeridir), olan yakınlığıma güveniyor olmamdı. Ailecek (ben, eşim Mükü, İrfan abi, Funda ve çocuklar) gittiğimiz her kısa tatilde (hani şu bayramları birleştiren, cumaya veya pazartesiye denk geldiği için haftasonları ile birleştirilen) İrfan Abi ile oturup PCB çiziyorduk. Herkes havuz başında serinlerken biz laptop başında terliyorduk, herkes göl manzarası seyrederken biz PCB’nin kıvrımlarını seyrediyorduk, bizimkiler hamamda terlerken biz bir modülün daha çizimini bitirince rahatlıyorduk.

İlk versiyon PCB’miz tamamlanmış ve baskıya gitmişti. Bu çalışma konsept tasarımın PCB üzerine aktarılmış hali gibiydi ama hedef boyutlara kadar da küçültülmüştü. Kartı dizdikçe, dizdiğim her katın çalışıyor olması beni ayrı bir heyecanlandırıyordu. Bu arada dikkat ettiyseniz “kartı dizdikçe” dedim, çünkü artık bir de kart dizme işine bulaşmıştım, şikayetçimiydim, kesinlikle “HAYIR”, çünkü öğreniyordum. Kartı bitirdikten sonra Şafak Abi’nin atölyesinde kartı çalıştırdık, ilk sesi duyduğumuzda ikimizde heyecandan ve mutluluktan havaya uçmak üzere idik.

Birinci raund tamamlanmıştı, transponderimiz çalışıyordu, ama bir yandan da çalışmasının yanında birsürü soru işareti barındırıyordu. Üzerinde çok fazla elle ayarlanması gereken bileşen (bobinler, ayarlı kondansatörler, filitreler, vb.) vardı ve bu bileşenlerin uzay yolculuğundaki titreşime dayanmaları olası görünmüyordu. Ayrıca bazı bileşenler İTÜ tarafından bize bildirilmiş yükseklik sınırlandırmalarından daha yüksekti. Yeni bileşenler bulmak gerekiyordu. İşte bu aşamada bir de; komponent arama ve detay tasarım işine girme durumum vukuu buldu. Artık burnuma kadar transponder tasarımı işinin içindeydim, çay taşırım diye girdiğim çalışmada işin her bölümündeydim. Ama etrafımda herbiri konusunda uzman kişiler vardı ve onlardan sürekli öğreniyordum. Kalabalığımız hızla küçülüyordu ama yine de hala işi yapabilecek büyüklükte bir ekiptik. Arada sırada İTÜ ekibi ile toplantılar yapıyor ve bilgi alışverişinde bulunuyorduk.

Bizler uydu faaliyetleri ile uğraşırken derneğimizin diğer toplulukları da boş durmuyordu;

– Bir grup arkaaşımız gençleri uzay araştırmaları konusunda heveslendirmeye ve projeler yapmaya teşvik etmeye çalışıyor,

– Bir grup arkadaşımız web sayfamızda uydu, uzay ve haberleşme konusundaki en popüler konuları türkçeleştirerek sayfamızı zenginleştirmeye çalışıyor (http://www.tamsat.org.tr),

– Bir grup büyüğümüz (Örn: Prof.Dr. İ.Ethem Derman, ki kendisi benim bilişim sektörüne girmeme önayak olan ve Ankara Üniversitesi Rektörlük Bilgi İşlem Merkezi’nde bilişm alanındaki bilgimi birkaç yıl içinde onlarca katına katlamamı sağlayan kişidir) uzay konusu ile ilgili konferanslar/sempozyumlar düzenleyerek topluluğumuzun tanıtımına destek oluyor,

– Bir grup arkadaşımız zihni-sinir radyo astronomi projeleri yürütüyor,

– Bir grup arkadaşımız balon deneyleri için yakın uzay kapsamında yapılabilecek biyolojik deneylerin neler olabileceğini toparlamaya çalışıyor,

– Bir başka grup ise yakın uzay gözlem balonumuzun detaylarını sonlandırmaya çalışıyordu. Ve daha sayamadığım onlarca çalışma bu genç dernek çatısı altında hayata geçiriliyordu. Tahir Bey sadece bizimle değil, başkanımız olarak, bütün bu çalışmaların ardından koşturuyordu.

Transponderimiz için temel özellikleri şu şekilde netleştirmiştik, bir yeni tasarıma geçmeden önce;

– 9x9cm ebatlarındaki CUBESAT standardlarına uygun bir fiziksel yapısı olacak (en, boy, yükseklik, ağırlık, şekil, vb.)

– VHF’den dinleyip, UHF’den gönderecek,

– 50 Khz Band Genişliğinde olacak,

– Lineer olacak (böylece her modülasyon tipinde çalışabilecek),

– Inverting olacak (böylece dopplerden minimum etkilenecek),

– 1 Watt gücünde olacak ve bu gün OBC tarafından (yeryüzünden kontrol ile) değiştirilebilecek,

– Frekansı değiştirilebilir olacak (böylece hem frekans tahsisinde yaşanabilecek bir son dakika süprizine hazır olunacak hem de ilerde başka CUBESAT projelerinde de kullanılabşlecek)

– Dinleme hassasiyeti en az -110dB olacak, vb.

Ve hummalı bir çalışma daha başladı, yeni bir tasarım, yeni bir kart ve bu kez gözle görülemeyecek derecedeki malzemelerin elle tek tek dizilmesi. Önce İrfan Abi ile uykusuz geçen geceler sonrasında hazırlanmış bir PCB, PCB’nin olabilecek en yüksek kalitede bastırılması… Herbirinin seçimi için okunan sayısını sayamadığım kadar çok sayfa spek dokümanından derlenmiş yaklaşık 400 ayrı malzemenin internet sitelerinden siparişinin geçilmesi ve siparişlerin takip edilmesi. Sanırım bu işe lojistik deniliyor, kolay gibi görünmesine rağmen bazen saç baş yoldurtacak duruma getirebiliyor insanı. Soğu tükenen satıcılar, I-TAR/EXPORT gibi amerika hükümeti tarafından koyulmuş kurallar nedeni ile malzemelerde yapılan değişiklikler ve bunların tasarıma kökten değişiklik etkileri… gelen malzemelerin ayrıştırılması ve kart üzerine dizilmesi… uykusuz geceler… şiş gözler… gidilemeyen geziler… uçulamayan yamaçlar… küçücük bir odaya kapanılan haftasonları…

Bu çalışmalar sırasında pek çok başka şeyi yapamadım. Mesela; çok sevmeme rağmen yamaç paraşütüne üç sene kadar ara verdim, bensen sonra başlayanlar rekor uçuşlara giderken ben onlarla küçük odamda çalışırken telsizden konuşuyordum, ailemle hep hayalini kurduğumuz Amerika ve Avrupa seyahatlerini hep seneye giderizlerle erteledim (haklarını ödeyemem, birkaç günlük kısa tatillerle yaz tatillerini bana destek olmaya ayıran eşim ve kızımın bu projeye olan katkısını inanın kelimelerle anlatamam)…. Bu cümleleri okurken eşimin yüz ifadesini tahmin edebiliyorum… “YEMEZLERRRR….” bakışını atacak ve buraya sayfalar dolusu “ÖZÜR” yazsam da bu geçen yıllarımızın bir daha geri gelmeyeceğini hatırlatarak, projeye ne kadar büyük bir katkısı olduğunu, “bak lafımı da söylerim… yılanım ben….. sokarım” edalı bakışları ile özetleyecektir. Olsun yine de ben burada özverilerine olan minnettarlığımı belirtmek isterim. Kızıma ise söyleyebilecek çok şey, dilenebilecek çok özrüm var, ama giden zaman ne yazık ki geri gelmiyor… Ben projelerimle uğraşırken o üç yaş daha büyüdü, sanırım böyle giderse de bir sonraki projemizi beraber yapıyor olma ümidinden fazlasını dileyemeyeceğim.

Neil Armstrong aya ayak basarken, “bu benim için küçük ama insanlık için büyük bir adım…” demişti. Sanırım benim bu durumumu da bunun tam tersi bir cümle; “Bu insanlık için çok basit bir olay ama benim için belki de hayatımın en önemli olaylarından biri” daha uygun olabilir. Bu gazla çalışmaları duraksatmadan devam ettik.

Kartları dizmek için ve test etmek için laboratuvarımdaki ölçüm cihazlarını yurt dışı görevlerimde yaptığım satınalmalarla güçlendirmiştim. Ön testleri kendi laboratuvarımda yapıyor, bir sonraki aşamaya geçmeden önce Şafak Abi’nin laboratuvarına gidip testleri tekrarlıyor ve kontrollerini yapıyorduk. Hep sıkışık bir takvim içerisindeydik. Ben, sanki özellikle yapıyormuşum gibi, Şafak Abi’nin en sıkışık günnlerini (daha doğrusu gecelerini) denk getiriyordum, her seferinde yüzündeki “yine mi sennnnnnnn…..” ifadesi kolayca okunabiliyordu.

Günler gecelerin ardından, haftalar ayların ardından koşarken neredeyse tüm çalışmalarımız sonlanmıştı. Artık uzay şartları testleri için transponderimizi İTÜ’nün laboratuvarlarına (ITU USTTL, İstanbul Teknik Üniversitesi Uzay Sistemleri tasarım ve Test Laboratuvarı) göndermenin zamanı gelmişti. Ama bu ilk veya son gönderim olmayacaktı, çünkü bu süreçte başlı başına başka bir işti ve hayatımızda ilk kez dahil oluyorduk. Havasız bir ortamda ısınan hiçbirşeyin ısısını etrafına yayamıyor olması (çünkü ısıyı ileten bir hava olmaması), aynı kartın her köşesinin çok ayrı ısılarda olabilmesi, ısınan bir elemanın hep ısınıyor olması ve bu ısının çok çok artıyor olması beraberinde çözülecek bir sürü problemle birlikte geldi. Osilatörlerimizin kilitten çıkması ile başlayan problemleri başka problemler takip etti.

Testlerin yapılışını görmek, testlerde yer almak ve İTÜ ekibi ile de yakın olabilmek için (coğunlula Tahir Bey ile birlikte) sık sık haftasonlarımızı İstanbul’da geçirecek şekilde programlamaya başlamıştık. Ve nihayet bu süreçte sona erdi ve transponderlarımız hem TVAC (Thermal Vacuum Chamber) hem de titreşim testlerinden başarı ile geçti. Bu arada transponderimiz üzerindeki mikroişlemcide koşacak yazılımızın detaylarını da İTÜ ekibi ile sonuçlandırmış olduk.

Son olarak Yer Kontrol İstasyonları’nın kurulumu kalmıştır. Zaten çok önceden tüm ekip (TA2R Göktay Abi, TA3AS Serdar, TA2VG Ferhat, TA2AW Cemal, Tahir Bey’in oğlu Orhan, vs.) toplanmış Tahir Bey’in garajında 4 tane VHF, 4 tane UHF 22’şer elemanlı süper Yagi antenlerini birleştirmiştik. İşin zor kısmının antenleri yapmak olduğunu zannediyordum ama sanırım onları kulelerin üzerine takmak daha zordu. TÜRKSAT Gölbaşı ve ODTÜ tesislerinde monte edilmiş kulelerin üzerine yine kalabalık bir ekiple (TA2RR İlke, TA2ANK Serhat, TA2?? Emir ve diğerleri) antenlerin kurulumunu tamamlayıp ilk testlerimizi de yapmıştık. Artık yer istasyonları da uydumuzu dinlemeye hazır durumdaydı.

Ve artık transponderimiz uzay yolculuğuna hazır… İTÜ ve TÜRKSAT ekibi onu geçen hafta Çin’e götürüp son kontrollerinden sonra rokete yerleştirdi. Ben hala bu durumun bir rüya olup olmadığüından emin değilim, eğer rüya ise gerçeği kadar uzun sürdü… hatta uzatmalara bile geçmiş durumda… Eğer herşey yolunda giderse ben de bu akşam Çin yolculupuna çıkacağım ve bir terslik olmaz ise 26 Nisan 2013 tarihinde son kontrollerinden sonra minik uydumuza el sallıyor olacağım. Ve eğer rüya görmüyorsam da, televizyon haberlerinde geçen “tamamen Türk Mühendisliği ürünü olan dünyanın en küçük haberleşme uydusu TÜRKSAT 3USAT uydusu bugün Çin’deki Jiguan Fırlatma Mekezi’nden uzaya gönderildi. Acil durum haberleşmesi için de kullanılacak olan bu uydu….” cümleleri için etrafımdaki herkese “ben yaptım, ben de o ekipteydim, günlerimin ve gecelerimin ürünü o uydunun içinde, insanlık için küçük ama benim için……” cümlelerini kuracağımdan emin olabilirsiniz.

Bu transponderin herşeyini bitirdik dediğimiz anda hem benim içim de hem de Şafak Abi’nin içinde “biz bundan daha iyisini de yapabiliriz, bu acemiliğimize geldi” içsel savunmamız devreye çoktan girmişti bile. Aslında benim içime bu ses çok daha önceden girmişti, bu transponderi minimum risk almak adına bilinen konvansiyonel yöntemlere göre tasarlamıştık, ama benim içimde hep “acaba SDR (Software Defined Radio-Yazılım tabanlı Radyo) tekniği kullanarak mı yapsaydık ?” sorusu vardı ama ne yazık ki SDR transponder’i henüz denemiş olan yoktu. Bunun için Ulaştırma Bakanlığı’nın açtığı Uzay ve Haberleşme konularına Ar-Ge desteği için kişisel araştırmacı olarak başvuruda bulundum. Başvuru konum ise bu çalışmada edindiğim deneyimi en iyi şekilde kullanabileceğimi düşündüğüm “Yazılım Tabanlı radyo tekniği ile ransponder sistemi”. Umarım bu projem destek alır ve bu hayalimi de gerçekleştirmiş olurum.

Bu çalışmada emeği geçen isimlerini yazdığım ve yazamadığım herkese, başta ailem ve yakın dostlarım olmak üzere bana olan inançlarını hiç kaybetmeden desteklerini veren herkese çok teşekkür ederim. Umarım bu çalışma çok daha güzellerinin ilki olur.

“HAYALLERİNİZE DİKKAT EDİN, ÇÜNKÜ BİRDEN GERÇEKLEŞEBİLİRLER…..”

Barış DİNÇ – TA7W

 23 Nisan 2013, Salı

 

Yazı hakkında görüşlerinizi belirtmek istermisiniz?